İnanç ve ideolojiler esnemez. Mümin ve Ülkücüler geri dönmez. Katıdırlar ve yumuşamazlar. Siyaset ise her daim ele avuca sığmayan macun kıvamındadır. Zaman, mekân, olay ve kişilere göre fikrini değiştirir. Siyasetçinin, gidiş istikametinin tersine dönmesi an meselesidir! Mutlak doğru, mutlak iyi ve mutlak gerçek siyaset kitaplarına kaydedilmemiştir. Siyasetin idealistlerine aldanmayın! Felsefe ve tefekkürdedir bu yüceltme. Kuvveden fiile geçtiğinde, en iddialıları dahi muvaffak olamamıştır.
40lı yılların başında Milli Şef Şükrü Saraçoğlunu Başbakan yapmıştır. Nazilerin Avrupadaki kasırgası henüz devam etmektedir. 5 Ağustos 1942 de Millet Meclisi kürsüsünden ateşli bir konuşma yapar Başbakan: Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız der. Konuşması Milli Şefin bilgisi dâhilindedir ve Genç Cumhuriyetin kuruluş kodlarına uygundur.
Her devrin Menkubu Hüseyin Nihal Atsız coşku içerisindedir o zamanlar. Yüce Türk Devleti, kendisiyle aynı davaya inanmaktadır. Anlayamadığı ise siyasettir! Anlasaydı zaten, her devrin bedbahtı olmayacaktı. Kartvizitine de, Her devrin Galibi diye yazılacaktı!
Kuvvet ve cesaretini hiçbir zaman muktedirlerden almadı şüphesiz. Ancak o dönem Devlet Dümeni ni çevirenlerin, kendi hissiyatında olduğu zehabına kapıldı. Onlara serzeniş ve uyarıyı vazife addediyordu.
Atsız, Milliyetin düşmanı Komünistler ve Milletin düşmanı Moskoflara karşı bayrak açmıştı. Orhun Dergisinin Mart 1944 tarihli 15. Sayısında, Başbakan Saraçoğluna ilk açık mektubunu yayınlandı
Arkasından 16. sayıda ikinci mektubu geldi
Komünistlerin taşkınlıklarını ve fikir özgürlüğünü aşan eylemlerini yazdı. İkinci mektupta bu sefer, Devlet kadrolarında bulunan Komünistleri ifşa etti
Bahtsız Atsız
Zanneder ki devran o devrandır! Bilmez Siyasette dünün doğrularının bugün yalan olabileceğini. Devlet iki yıl önce kürsüden Türkçü nutuklar atan Devlet değildir!
Irkçı ve Faşist Almanya bütün cephelerde yenilgiyi tatmıştır. Savaşın akıbeti bellidir artık
Yıldızı parlayan iki büyük güçten birisi Sovyetler Birliğidir. Yani Komünistler
Savaş boyunca ikircikli bir dış politika izlemiştir Milli Şef. Almanlar bir sel gibi çağlarken, Büyükelçi Von Papen ile Başvekil Saraçoğlu Turan Entrikaları çeviriyordu ve Milli Şefin de tabi ki olup bitenden haberi vardı. Savaşın kaderi değiştiğinde ise Roosevelt ve Churchill ile safları sıklaştırdı. Bu arada mütegallibenin baş aktörlerinden ve harpten sonra eski defterleri karıştırmaya başlayan Staline de bir kurban gerekmekteydi.
İşte Siyaset, Sovyetleri memnun edecek ve kendilerini Nazi karşıtı gösterecek formülü de hemen bulmuştu. Turancılık işi hükümet dışında bir avuç Romantik Milliyetçiye ihale edildi. Böylece el ve yüz tertemiz yıkanmış oldu!
Politikanın labirentleri arasına düşen Türkçüler, ne olduğunu bile anlamadan tutuklanıp işkenceye tabi tutuldular. Akla hayale gelmeyecek iftiralara uğradılar. Yok anayasal düzeni değiştirmek, yok darbe ile hükümeti ortadan kaldırmak, yok gizli örgüt kurmak gibi komik isnatlarla özgürlük ve ikballeri ellerinden alındı
Hukuk tarihimize kara bir leke olarak geçecek soruşturma ve kovuşturmalar sonunda gerçi Beraat ettiler. Ama Siyaset, Onların yüreklerinde yeşerttikleri Yüce Ülkülerini, ayaklarına bulaşan kir için pas pas etti!
Türkçüler kaybetti mi? Bilmem
Atsız, 1966 tarihli bir yazısının sonunda şu ifadeleri kullandı: Yaşarken bunları göremeyeceğimizi biliyor ve bunun için yüksünmüyoruz. Ektiğimiz tohumlar yeşerecek ve bizden sonrakiler önüne geçilmez bir sel halinde kutlu topraklara Ay-Yıldızlı Bayrağı dikecektir.
Siyasetçiler kaybetti mi? Bilirim
Hadi iddialı olmasın
En azından kazandıklarını ben daha görmedim!