Başkanlık rejimi, parlamenter rejim; söylemlerinin son yıllarda ülkemiz de sık sık duyulan siyasal sistem kavramları olduğunu hepimiz biliyoruz. Fakat yıllarca altı oyuk bir demokrasi olsa da demokrasi ile yönetilen bir ülke de yaşamış olmamızdan dolayı, sonradan duyduğumuz kavramlara ne denli hâkim olduğumuz ise tartışılır.
Bir seçim önümüze konuldu ve bilen bilmeyen herkes hararetli tartışmalarla oyladık bunu. Sonuçta,”Başkanlık rejimi” denilen bir sistemin içinde bulduk kendimizi. Yasama(TBMM), yürütme(iktidar) ve yargının(mahkemeler) tek bir erk tarafından kontrol altına alındığı bu sistemin başta ne anlama geldiğini kimse anlamadı. Ta ki birçok kararların alınması sırasında ortaya çıkan sorunlar baş gösterene kadar.
Dilerseniz şimdi kısa kısa Dünya genelinde aktif olan siyasal sistemlerin bazılarına kavramsal olarak bakalım ve sonucunda bir takım şeyleri anlamlandıralım istiyorum.
Demokrasi ya da siyaset biliminde ki adı çoğunluğun yönetimi olarak çevrilebilen Poliarşi kavramının gerçekleşmesi için bazı koşulların siyasal yaşamda kabul edilmesi gereklidir. Bunlar; ifade özgürlüğü, oy verme hakkı, seçme ve seçilme hakkı, dernek ve derneklere katılma hakkı, siyasal partilerin seçime girme ve eşit koşullarda yarışabilme hakkı, haber alma özgürlüğü, hükümet politikalarını tercih ile belirleme haklarıdır. Demokrasiler de; yasama, yürütme ve yargı bağımsızlığı mutlaktır. Hiçbir kurum diğerini baskılayamaz ve müdahale edemez. Düşünce hürriyeti önceliklidir ve suç olarak kabul edilemez.
Başkanlık rejimi ülkemizde tartışılmaya başlandığı zaman Amerika Birleşik Devletlerinde de Başkanlık sisteminin uygulandığı ve gül gibi bir sistem olduğu dillendirilmişti. Doğrudur, fakat göz ardı edilen bir ayrıntı vardır ki ABD de ki başkanlık sisteminde; yasama, yürütme ve yargı, Başkandan tamamen bağımsızdır ve üstünlüğü vardır. Mutlak olarak; cumhuriyetin esası hâkimdir. Başkan yargıya müdahale edemez ve denetlenebilir. Kısaca diyebiliriz ki denge unsuru hâkimdir.
Yarı Başkanlık rejimi; Fransa ve Finlandiya ekseninde hareket bulsa da, özellikle soğuk savaş sonrası Avrupa Birliğine üye olan Doğu Avrupa ülkelerinde rastlanılır. Burada ki fark Fransa ve Finlandiya da özgürlükler ön plandayken, Doğu Avrupa ülkelerinde ise eski siyasal gelenekleri Marksizm ve sonrasında ki cumhuriyet rejimlerinin yani iki farklı siyasal sistemin etkin olmasıyla demokrasiden uzaktır.
Otoriter rejimler; her ne kadar halkın özgürce katılım gösterdiği seçimler yapılsada seçimselliğin etkin olduğu bir sonuç doğurur. Yani seçilenin seçilmekten başka bir yolu yoktur ve böyle olunca da demokrasiden uzaktır. Demokrasinin etkin olabilmesi sadece seçme hakkına bağlı kalınamaz. Demokrasi ile yönetimin olabilmesi için diğer bütün şartların da aktif olması şarttır.
Otoriter rejimlerde muhalefetin çalışması engellenmektedir. Bireylerin düşünce özgürlüğü yoktur. Kendilerini ifade edemedikleri gibi iktidarı da eleştiremezler. Dernekleşme ve bireylerin siyaset yapma hakları baskı ile kontrol altına alınmıştır. Basın yayın organları tek çatı altında toplanmış ve muhalefet yapan basının işleyişi baskı altına alınmıştır. İnsan hakları ihlalleri çok sık görülür.
Her ne kadar demokrasi ile başa gelinmişse de, demokrasinin işleyişinden bahsetmek mümkün değildir. Burada bahsedilen seçimler sadece göstermelik bir adımdan ibarettir. Her ne kadar halkın desteğine dayandığını ispat etmek için kitlesel olarak siyasal partiler ve dernekler kullanılsa da tek parti iktidarının sistemidir diyebiliriz. Siyasal istikrarsızlık ve yetki kullanımının tek adam da birleşmesi bu sistemin uygulanmasında sürekli olarak bir huzursuzluğu hâkim kılmaktadır. Halk içinde ki bu huzursuzluk ne kadar büyürse iktidarın baskısı da aynı orantıda artmaktadır ve siyasal erk bunu da meşru göstermekten hiç çekinmez. Otoriter rejimlerin uygulandığı ülkelere bakıldığı zaman; iç karışıklıkların sürekli olduğunu görebiliriz. Sözde, demokrasi uygulandığı söylense, muhalefet partileri olsa da; tek parti rejimidir. Tanıdık geldi değil mi? Tabi ki Kamboçya aklımıza gelen ilk ülke olsa da, aslında ülke yönetimlerine baktığımız zaman, Dünyada sayısı çokça fazla olan bir rejim türüdür.
Gelelim Totaliter Rejimlere. Faşizmin en büyük adresidir derken inanın hiç abartmıyorum. Bir ideolojinin yayılması ve hayata geçirilmesi için kullanılan en baskıcı sistemdir. George Orwell’ın 1984 kitabını eminim bir çoğunuz okudunuz yada adını duydunuz. Ve yine eminim ki o kitabı okurken bile o baskıcı sistemin ne denkli rahatsız edici olduğunu hissetmişsinizdir. Açıkçası ben okurken sıkıldım, bir an evvel bitmesini istedim.
Düşünsenize; hayatınızda ki her şey kontrol altında. Mahremiyetin olmadığı, tek adamın istekleri doğrultusunda siyasal ideoloji adına şekillenilen bir hayat ve siyasi ideolojinin devamı için yapılmayacak hiçbir şey yok. Tehditler ve hoşgörüsüzlük zirvedir. Bir ailede bile kimsenin kimseye güveni olmadığı bir toplumsal yapı düşünün. Toplumsal roller içinde herkes birbirini izliyor ve denetliyor. En ufak bir şey de bile ajanlara ispiyonlanma var. Bu anlattığım kitabın konusu değil Totaliter rejimin ta kendisi. Orwell o kitabı yazarken sosyal medya ve dijital iletişim yoktu tabi. Olsaydı emin olun en ufak bir tweet ile şikâyet edilip tutuklanan insanları da anlatırdı.
Totaliter rejimler, otoriter rejimlerin evrilmiş halidir. Korkunun en büyük sembolüdür. Siyasal iktidar kendisini besleyen ideolojisinin gücünü kaybetmemek adına elinde olan bütün güçleri topyekun kullanılmaktan çekinmez ve çekinmemiştir. Bu sistemin mutlak sonu yıkımdır tıpkı SSCB de olduğu gibi.
Yaşayan bir örnek mi verelim? Hadi uzağa gidip Kuzey Kore diyelim de içimiz rahatlasın.
Bilgiyle kalın…