Delikanlı; sabah evden yüzünü bile yıkamadan çıkmış, hep oturduğu çay ocağının önünde efkarını dağıtıyormuşçasına sigarasından bir nefes almış, gelen geçen insanlardan bihaber, annesinin cebine koyduğu harçlığın burukluğunu yaşıyordu. Onca zaman onca emek nereye gitmişti?
Üniversiteyi bitirmiş, atanamayınca özel sektörde garson olarak işe başlamıştı. Pandemi başlayınca ayını bile devirmeden yine işsiz kalmıştı. Ailesine yük olmamak için çalışmak zorunda idi. Eğitim hayatı boyunca aldığı kredinin ödemesini, ister çalışsın ister çalışmasın yakasına yapışıp zorla alacaktı devlet. Ne zordu öğrenci olmak bu ülkede!..
Sonra tanıdıkların yardımı ile bir süpermarkette kasiyer olarak işe başlamış ve burukta olsa mutlu olmuştu. Sabah erken saatte işe gidiyor akşam market kapanınca; hesap kitap, raf temizleme ve paspas derken gece geç saatlerde eve gidiyordu. Eve gider gitmez yorgunluktan daha yastığa başını koymadan uyuyordu. Her sabah alarmla beş dakika daha uyku pazarlığı yapması da cabasıydı. Ayını tamamladığında aldığı maaşın yarısını çalıştığı markette harcamış, ailesinin yüküne ortak olmak adına mutfak masrafını üstlenmişti. Aile dediğim de sadece üç kişi. Annesi, babası ve kendisi. Maaşının bir kısmını kesmişti iş yeri. Neden diye sorduğunda; "Kasada açık var" demişti patronu. Çaresiz kabul etmiş ama gururuna yedirememişti. Oradaki serüveni de böylece son bulmuştu. Oysa mutfak masrafından artan üç kuruşla, annesine çok sevdiği ayakkabıyı alacaktı ama olmamıştı. Sahi ne zordu işçi olmak bu ülkede!..
Birkaç gün boş gezdikten sonra aklına bir fikir gelmişti. Kendi işini yapacaktı. Küçük bir dükkan bulur, içine borç harç bir şeyler koyar ekmeğini kazanırdı. Günlerce dükkan aramış kira fiyatları yüksek olduğu için, istediği gibi bir yer bulamamıştı. Esnaf olan bir arabasının iş yerine gitmiş ondan fikir ve yardım almak istemişti. Kiraları anlatırken esnaf akrabası gülmüş ve ona; "Hadi dükkanı buldun diyelim, kirayı da bir şekilde çıkardın. Bağkur ödemen gerekecek, onlarca vergi vermek zorundasın. Daha anahtarı çevirmeden en az üç yüz lira silmiş olacaksın. Devleti yönetenlerin canı isteyince dükkanı kapatacak günlerce beş kuruş kazanamadığın halde bunları ödemek zorunda kalacaksın. Devlete yükün olmadığı gibi devleti sırtına alacaksın. Ama o seni bir gün bile düşünmeyecek. Bizim toplumuzda Devlet birey için değil, birey devlet için.." Akrabası anlattıkça delikanlının esnaflık hayalleri de yerini hüsrana bıraktı. Zaten bir sürü sorunu varken bir de bu dağ kadar yükü üstüne alamazdı. Sahi ne zordu bu ülkede esnaf olmak!..
Delikanlı bu düşünceler içinde iken çayı soğumuş, sadece bir nefes çektiği sigarası kül tabağında kendi kendine bitmişti. "Bekleyen her şey soğur, bekleyen her şey tükenir" dedi kendi kendine. Babasının ona yaptığı şakalar, annesinin teselli eder gibi bakışları geldi gözünün önüne. Çaresiz üzülüyorlardı oğullarına. Sahi ne zordu bu ülkede Anne olmak Baba olmak!..
Kağıt mendil, yara bandı ve kalem satan bir kadın gördü az ileride, masa masa gezip evine ekmek götürmek isteyen bir kadın.. Sahi ne zordu bu ülkede kadın olmak!.
Hemen karşısında bir çocuk elinde boya sandığı "Abi ayakkabını boyayayım mı?" diye seslendi. Elbiseler eski, ayakkabılar yırtık. Çocukluğunu yaşamıyor olmanın verdiği hüzün ve sitem dolu bir bakışla bakıyordu delikanlıya. Sahi ne zordu bu ülkede çocuk olmak!..
Delikanlı biraz daha düşündükten sonra. Bağırır gibi seslendi çevresine; "Sahi ne zor bu ülkede insan olmak!.."
Bilgiyle kalın...