“Gidiyorum” dedi, aradım. Erzincan’a varmıştı. “Hala dağları karlı Erzincan’dayım” dedi, Dıranas’a atfen… Yine yakaladı ilk gençlik günlerimden! Topluma adanmamış, manası insana ve onun küçük dünyasına dair etkilendiğim ilk şiirdir Fahriye Abla… Sezgileriyle kimi, neresinden yakalayacağını bilir! Zaman zaman kalemiyle, şehri aziz kılanları anlattı. Hâlbuki aziz kılanların başında o vardı. Eksik kalmasın diye, gerisini tamamlamak bize kaldı…
Mustafa Duman’dan bahsedeceğim, efendim. Erzurumlu… lakin beğendiği mensubiyetiyle Ilıcalı. Mütekait Başmüfettiş… Şair, yazar, filolog ve filozof… Ama önemli değil bu nitelikleri! Onu tanıyan herkesin gözünde: Bilge Adam! Gerçi sosyal bilimler sahasında, sıradan akademisyenlerden kat be kat fazla birikimi, kendisini bilgin olarak tanımlamayı gerektirir. Yalnız sınırları aşanlar için bilmek, menzile vardığında geride bıraktığı hanlar gibidir. Bir hatıradan ibarettir… Duman Ağabey, sohbetinde bulunanlar için Bilge’dir. Devasa müktesebatını uzaktan temaşa eyleyenler için, Bilgin olmaya devam edecektir…
Münzevi bir hayatı olmadı. Bilemem, uzleti, belki arzu etmiştir. Bu gelişinde, Ovit Yaylası’nda tanıdık hiç kimsenin ve hiçbir iletişimin olmadığı bir yerden bahsetmişti. Orada kitaplarıyla baş başa kalmak istediğini anlattı. Hatta sende kitaplarını al gel, lakin birbirimizi görmeyeceğiz, sadece belki mütalaa için görüşeceğiz, dedi. İsteğini, mutlak bir dinginlik ve sükûnetle hakikatin eşiğine oturma eylemi olarak anladım. Bir özlemdi belki de…
Kader ise, onu hep sahnede tuttu. Kimi zaman rejisör, kimi zaman senarist, kimi zaman aktör hatta bazen sadece suflör oldu… Ama sahnenin tozunu hep yuttu! Gençten ziyade çocuk denilecek yaşlarda, ideolojik kamplaşmanın merkezine oturdu. Tatlı ve tatsız bir yığın hadiseden sonra, ki bir türlü bitmeyen okul yıllarına mal oldu, bir kırılma anında teşkilatından ayrı düştü. Ve kaderin bu cilvesi onu,12 Eylül heyulasından kurtardı. Esasen başkaları için kurtuluş olacak hürriyet, onun sorumluluklarını artırmaktan başka bir işe yaramadı. Firari ya da mahpus arkadaşları tek derdi oldu. Örgütün içerisinde olmayan, Cunta tarafından sorumlu bile tutulmayan eski bir Ülkücü, neden tanıdığı herkesin yükünü omuzlarına almıştı? Neydi onu zor ve bir o kadar tehlikeli göreve sürükleyen? Tanıdığımda anladım… Sadece teşkilatına küsmüştü, davasına değil! Ama daha ötesi vardı: Ahde vefa ve yüksek sadakat duygusu! Cesur yürekli bir seciyenin, mütemmim cüzleri…
Benim asıl merak ettiğim, hayatın bu kadar içerisinde olup da okumaya ve düşünmeye nasıl zaman bulduğu. Zihni bir uğraşın, olmazsa olmazı yalnızlık… Tefekkür etmeden, tüccar olursunuz… Okuyup yazmadan siyasetçi, bürokrat hatta araştırmadan bir akademisyen bile olmak mümkündür. Fakat bir entelektüel asla! Mustafa Duman, taşrada bir şehrin sınırlarını aşan entelektüel düzeye nasıl erişti? Hangi zamana sığmıştır bu yoğun okuma, araştırma ve tefekkür? Olmazın cevabı, sanırım ışıldayan gözlerinde saklı… Muhteşem bir zekâ ve olağanüstü bir tecessüs!
Başka türlü, getto sayılabilecek bir mahallede yetişip, henüz çocuk denecek yaşta nasıl Dostoyevski ve Kemal Tahir sevdalısı olabilir? Emsalleri arabesk dinlerken, Rodrigo’nun gitarından haz duyabilir? Taassubun ve şovenizmin cirit attığı sokaklarda, Adorno’dan Negatif Diyalektik’i hıfzedebilir? Mütegallibenin varislerinin, gayrı meşru servetleri ile, şehrin üst katına nasıl yerleştiğini kahvehanelerde ifşa edebilir? Üstelik tüm bunları, muhitini ve muhabbetini terk etmeden yapabilir? Şehrin tek entelektüeli, yani aklını kullanmaya cüret edeni diyeceğim de… bu tamamen bir hemşericilik güdüsünden! Yoksa sadece eski alevini kaybetmiş ve küllerden ibaret bir şehrin değil, koca bir kültürün üzerinde tüten ince bir dumandır, Mustafa Ağabey. Bize, küllerin üzerini örttüğü kor ateşi hatırlatan...
Sadece zihni ile değil, hissiyatı ile üzerimizde tüten bir “Duman” üstelik... “Eşo” yu anlattığı yazısında, bir zamanlar gariplerin maşrapasının şehrin merhameti ile nasıl doldurulduğunu, sonsuz bir rahmet duygusuyla ağlatacak kadar dokunaklı yazmıştı. Ben bu cümleleri bir yazımda kullanmak için alıntıladığımda, muharririn kalemini mürekkep okkasına değil, yüreğine batırarak ve kanla yazdığını söylemiştim. Böyle yazabilen Mustafa Duman’dır! Sezgisiyle yazar… feraseti ile yazar… irfanı ile yazar.
Ömrüne bereket güzel İnsan… Dağları karlı Erzincan son durağın olmasın! Seni başka duraklarda bekleyen nice talip var… Bir lahza olsa da, serinlemek için…
S.a. Eline yüreğine saglik