Tan eylemeden önce, kavramla ne kastedildiğini anlatılmalıyım. Zira mümin, abid ve zahid çok sayıda Müslüman var. Üzerlerine alınabilirler… İnanç, vicdan ve düşünceleri sebebiyle kimsenin incinmesini istemem. Ayrıca içinde yaşadığım milletin dini ve milli değerlerinin tahribinden yana hiç olmadım. Diğer taraftan konunun uzun bir makaleden ziyade kısa denemelerden oluşan yazı ile ifadesinin zorluğunun farkındayım. Tafsilat, bilimsel ve fikri eserlerin konusu… Bizim tarzımız, şöyle bir dokunup geçmek…
İslamcılık esasen siyasi bir tavır olarak ortaya çıkıyor. Yirminci yüz yılın başında, Yusuf Akçura’nın bir makalesinde bu tabirle karşılaşıyoruz. Sultan II. Abdülhamit uzun saltanat yıllarında, bu politikayı fiilen sürdürmüştür. Temel düşünce, Osmanlı sınırları içinde ve dışındaki tüm Müslümanların, fikir ve eylem birliği içinde, siyasi, iktisadi ve askeri bir sıklet merkezi olmasıdır. Amacı, özellikle XIX. yüzyıldan sonra üstün bir maddi medeniyete sahip olan Emperyalist Batı’nın, kahreden gücüne karşı durabilmektir. Yani İslamcılık, devlet ve toplum olarak var olmamız için sunulmuş reçetelerden biridir. Malum, aynı dönemlerde Osmanlıcılık, Batıcılık, Türkçülük gibi bir takım siyasi formüllerde öne sürülmüş ve tatbik edilmeye çalışılmıştır.
Siyasal İslam tabiri ise daha yenidir. Cumhuriyet sonrası, çok partili hayata geçildikten sonra kullanılmaya başlanmıştır. Kökeni ve kaynakları aynı gibi görünse de, vurgu ve amacı farklıdır. Kurulan laik devlet ve seküler toplum düzeninin yerine, İslami esaslara göre yönetilen bir devlet ve inanç temelli bir sosyal, iktisadi rejim inşasıdır. Ümmet birliği ile ifade edilen Panislamizm fikri artık tali derecede önemlidir. Zira diğer Müslüman devlet ve halklarda pek karşılığının olmadığı anlaşılmıştır. Taktiksel olarak önce sağlam İslam devleti ve sıkı Müslüman toplumu kurulduktan sonra Ümmet birliği sağlanabilir kanaati oluşmuştur. Cumhuriyet öncesi bu topraklarda, hatta bütün Ortadoğu’da çağlar boyunca hiç dinle siyaset birbirinden ayrılmadığı, inançtan bağımsız bir toplum düşüncesi oluşmadığı için, Siyasal İslamcılık fikri de söz konusu değildir. Bu gurupların özlemi geçmişedir. Yeniye düşmandır…
Hedefleri aynı olsa da metotları farklıdır. Bir zümre hasretini çektikleri teokratik düzenin şiddet kullanarak kurulabileceği kanaatindedir. Silahlı isyan ve terör yoluyla devrim yapılması taraftarıdır. İran, Afganistan, Yemen, Sudan gibi ülkelerde denenmiş ve kısmen başarılı olmuştur. Diğer bir kesim ise ikna yolu ile aynı amaca yürümek taraftarıdır. Demokratik alanlardan istifade, siyasi ve sivil örgütlenme, yaygın eğitim ve kesif bir propaganda ile netice alabileceklerini düşünmektedirler. Mısır’da İhvanı Müslim’in , Türkiye’de Milli Görüş hareketi gibi…
İster evrimci ister devrimci olsun, Siyasal İslamcıların en önemli silahı takiyyedir! Yani gerçek isteklerini, kendilerini cihatta gördükleri için gizli tutarlar. Elinde silahı olanlar adaleti, eşitliği, barışı getireceklerini vadederken de elinde kalemi olanlar demokrasiden, özgürlükten ve kardeşlikten dem vururken de gerçek niyetlerini saklarlar. Tıpkı Machiavelli’ nin söylediği gibi: Gaye vasıtayı meşru kılar… Hele kutsal bir amaçsa bu!
Dindarlar için günah, yasak, ayıp gibi söz ve davranışların, Siyasal İslamcılar için neden zerre kıymetinin olmadığı, ancak onların zihni altyapılarının bilinmesi ile mümkündür.