İnsanlık tarihinin başlangıcından beri süregelen tedavisi bulunmamış en büyük hastalık nedir diye sorsalar inanın Covid-19 demem tek bir cevapla “Irkçılık” derim.
İnsanlık tarihinin başlangıcından beri süregelen tedavisi bulunmamış en büyük hastalık nedir diye sorsalar inanın Covid-19 demem tek bir cevapla “Irkçılık” derim. Eski Mısır, Roma İmparatorluğu, İslamiyet öncesi İran ve Arap toplumlarında, Mezopotamya ve hatta 1800’lü yıllara kadar Osmanlıda ki kölelik sistemlerinin temelinde yer alan ırkçılığın ne kadar eski bir tarihe dayandığını bizlere göstermiştir.
Toplum bilimciler ırkçılığı “insanların toplumsal özelliklerini ırksal özelliklerine indirgeyen ve bir ırkın öteki ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti” olarak açıklıyorlar. Genel anlamda bakıldığında da “Bir ırkın kendi ırkını diğer tüm ırklardan üstün görmesi ve bu şekilde bir tutum sergilemesidir” Hemen hemen bütün toplumlarda görülen bu hastalıklı tavrı, en gelişmiş toplumlardan tutun da en geri kalmış toplumlara kadar görüyoruz.
Geçtiğimiz aylar da ABD de beyaz bir polisin siyahi bir erkeğe yaptığı fiziksel şiddet sonrasında ölümüne sebep vermesiyle patlak veren olaylar Amerika gibi moderniteyi doruk noktalarında yaşayan bir ülkede bile durumun vahametini gözler önüne serdi. Tarihte yaşanan en büyük katliamın sömürgeci Kolomb’un Amerika’yı keşfinden sonra yaptıkları Kızılderili katliamları olduğunu biliyoruz. Sömürgeciliğin sembolü, Amerika’nın gerçek sahipleri olan Kızılderililere yapılan soykırım yüzünden ırk bitme noktasına gelmiştir. Bugün Dünya’ya sözde demokrasi dersi vermeye kalkışan bir ülkenin geçmişinin kapkara bir lekeyle yazılı olması ve son zamanlar da adının ırkçılıkla yapılan olaylarla anılıyor olması tesadüf değildir. Görmüş olduk ki Amerika’da ki beyazların önce Kızılderilileri öldürüp ardından 1600’lü yılların başında siyahi ırkı köle olarak alıp çalıştıran atalarının ırkçılığı torunlarına bilinçaltı düzeyinde bile olsa geçmiş bulunmaktadır. Salt bir olay bazında bir değerlendirme değildir bu. Amerika’da sürekli olarak bu tarz ırkçı olayların yaşanıyor olması ırkçılık zehrinin kolay kolay içten çıkmadığını gösteriyor bizlere.
Irkçılığın sebebi katliamların en büyüğü Hitler Almanya’sında yapılan Yahudi katliamlarıdır. Toplatılıp gaz odalarında öldürülen Yahudilerin sayısının 6 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Yıllar geçmesine rağmen yaraları sarılamamış tüm Dünyanın gözü önünde yapılan bu katliam insanlık tarihin en büyük utançlarından biridir. Keşke son utancıdır da diyebilseydik; ama ne acıdır ki yine Avrupa’nın en orta yerinde, 1991 yılında Yugoslavya’nın parçalanmaya başlamasıyla birlikte ortaya çıkan iç savaşta, ülke ordusunda en etkin güç olan ve silahları kontrolü altında tutan Sırplar tarafından, Bosna Hersek vatandaşlarına, 1992 yılında yapılan Srebrenitsa katliamında ölenlerin sayısının en az 8372 kişi olduğu sanılmaktadır. Film izler gibi izlenen bu katliamın hem de Birleşmiş Milletlerin güvenli bölge olarak seçtiği Srebrenitsa’ da olması, insanların açlığa, hastalıklara bırakılmasını hangi insanlık unutabilir yada bunun sebebi ne olabilir , insan olanın bilemeyeceği bir şeydir.
Bu konu ile ilgili yazılacak çizilecek çok şey var. Sayfalara sığamayacak kadar büyük acıların kelimelerle anlatılmasından ziyade bu olayların olmuş olmasını bilmek bile ızdırapların en büyüğüdür. Çünkü hepsinin altında yatan tek şey ırkçılık denilen insanlık dışı bir düşüncedir. Belki katliam diyerek trajediyi yumuşatmış olduk en asıl anlamı “soykırımdır” ve soykırım kim ve ne için yapılırsa yapılsın insanlık suçudur.
İnanıyorum ki; bir zamanlar Yugoslavya çatısı altında birlikte yaşayan, birbirileriyle kız alıp veren, aynı sofrada yemek yiyen, aynı ülke menfaatleri için can bağı olan ve bir anda iç savaşlarla düşman olan ve 7 ayrı ülkeye bölünen bölgede ki hiçbir kimse Srebrenitsa’da bir Boşnak katliamı yapılacağını hiç tahmin bile edemezdi.
Yada Nazi Almanya’sında aynı kader birliği içinde ki komşusunun bir gün sırf Yahudi olduğu için kendisini ihbar edip ölüme atacağını düşünen bir Yahudi olmamıştır.
İç savaşların hepsi farklı etnik kimliklerin bir arada yaşadığı ülkelerde görülmektedir ve yıllarca yan yana yaşayan halkların birbirine soykırıma varan dereceye geldiği yerdir. Irak ve Suriye de yaşanan trajedi de böyle bir zemin üzerinde hareketle yapılan bir eylem bütünüdür. Ve iç savaşlar her zaman ülkenin zararına olan bir vahşet doğurmuştur. Yugoslavya ve yanı başımızda ki ülkelerde gördüğümüz gibi ırkçılık temelinde şekillenen şiddetlerin halklardan başkasına zararı olmayacaktır.
Adı ne olursa olsun, hangi ırka ait olursa olsun ırkçılık hastalığının temeli mutlaka yıllara dayanan bir geçmişe sahiptir. Ne Almanlar Yahudilere bir anda düşman oldu ne de Sırplar Boşnaklara. Genel olarak niteleme yapıyor gibi görülüyor olabilirim ama biliyorum ve biliyoruz ki ne bütün Almanlar, ne de bütün Sırplar bu katliamların faili değildir olamazda. Tüm bunları başlatan ve yapanların hepsi aslında hep ırkçı olan tarafta olanlardı. Adolf Hitler de Radovan Karatzic de öyle yada böyle bir şekilde derin geçmişlerinden gelen bir nefretin esiriydiler.
Irkçılıktan bahsetmişken Güney Afrika Cumhuriyeti’ni yad etmeden geçmek olmaz tabi. Siyahi ırkın en çok yaşadığı bir ülke olmasına rağmen sömürgeci beyaz ırkın siyasi iktidarda ki gücü nedeniyle çok büyük olaylara sahne olmuş bir ülkedir. Düşünün ki ülkenin nüfus çoğunluğu siyahi ırk ama 1994 yılında bir dolu zorluğa rağmen, halkın oylarıyla ilk kez bir siyah Cumhurbaşkanı olmuştur. Nelson Mandela’nın bu zaferi Dünya da ırkçılığa karşı kazanılan en büyük ve çok değerli bir zafer örneğidir.
Irkçılık ya da Şovenizm adı ne olursa olsun, kim ne sebeple yaparsa yapsın; ne yapana ne de yapılana yada karşı olduğuna asla yarar sağlamayacak kadar büyük bir hastalıktır ve beraberinde Faşizmi getirmektedir. Dili, dini, ırkı ne olursa olsun aynı toprağı paylaşan, komşu olup bir tabak yemeği elden ele birbirine taşıyan, kız alıp verirken kan bağına düşen bir kader ortağı olan halklar arasında nasıl olur da sinsice filizlenen bir düşmanlık olabilir. Kim yada hangi millet neye göre kendini kutsanmış sanacak kadar büyük bir akıl tutulmasına yakalanır anlamak zor. İlla ki komşumuz olmasına gerek yok “Dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan bir ırkın bana ne düşmanlığı olabilir?” diye düşündünüz mü hiç?
Spordan sanata, sinemadan siyasete kadar ırkçılık faşizminde yananlar zatlar, günün sonunda Dünyayı saran Covid belasında bile hepimizin aynı olduğunu göremeyecek kadar kör olmuş olabilirler mi bilmem. Ama umut ediyorum ki bu virüsün aşısını hangi ırktan birinin bulduğunu da önemser ve “Aşıyı bulan kişi benim ırkımdan değil kullanmam” diye reddedecek kadar yürekli olurlar diyecektim ama elinde yabancı ülkelerden birine ait bir markanın telefonunu kullanırken o ülkeye ırkçılık yapanların olduğunu hatırlayınca bu umudumun bir anda yerle yeksan olduğunu üzüntüyle belirteyim.
Tarihin yazdıklarıyla gördük ki insanın insana üstünlükle bakmayı bıraktığı gün insanlığın can bulduğu tarih başlayacaktır.
İnancı, dili, dini, ırkı ne olursa olsun iyilerin kazanacağı bir Dünya özlemi sardı yine içimi. Bu sebeple aklıma düşen ve ırkçılık karşıtı söylemleri ile yüreklerde daha da çok efsaneleşen Amerikalı boksör Muhammed Ali’nin Vietnam savaşına katılmayı reddettiği şu sözü ile noktayı koyayım; “Vietnamlılar bana hiçbir kötülük yapmadılar ki onlarla savaşayım. Benim onlarla sorunum yok.”
Bilgiyle kalın…