Gelecek Partisi Erzurum İl Başkanı Zinnur Kara, Genel Başkan Ahmet Davutoğlu’nun STK’lara yazdığı mektubu basınla paylaştı.
Gelecek Partisi Erzurum İl Başkanı Zinnur Kara, Genel Başkan Ahmet Davutoğlu’nun STK’lara yazdığı mektubu basınla paylaştı. Kara Gelecek Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, Sivil Toplum Kuruluşlarına hitaben bir mektup kaleme aldığını belirterek, “bu mektup tarihe not düşmektir” dedi.
Genel Başkan Ahmet Davutoğlu’nun mektubu şöyle;
Değerli Kardeşim, Bu mektubu size tarihe kayıt düşen bir hasbihal olarak kaleme alıyorum. Geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanı’nın 'hain' ve 'liyakatsiz' ithamlarına karşı kendisiyle yüzleşme çağrısında bulundum. Şu ana kadar bu çağrıma cevap gelmedi. Gelin bu yüzleşmeyi ve muhasebeyi samimi bir şekilde hep birlikte yapalım. Bütün siyasi tartışmaları bir kenara bırakarak kendimize dürüstçe soralım: İnandığımız değerler adına gelecek nesillere nasıl bir miras bırakacağız?
'Bizim ideallerimiz neydi, bugün bu iktidarda yaşananlar ne?'
Sadece başımızı iki elimizin arasına, vicdanımızı yüreğimizin ta ortasına alıp kendimize soralım: Nereye gidiyoruz? İnsanlığı aydınlattığına inandığımız bir inancın üzerinde yükselen bir medeniyet birikiminin sömürgeciliğe direncinin ve modernleşme süreci ile yüzleşmesinin iki yüz yıllık birikimi ne hale düştü? İlk zirve örneğini Ahmet Cevdet Paşa ile gördüğümüz bu zihni ve siyasi yüzleşmede nice alimler, aydınlar, şairler, kanaat önderleri, siyaset ve devlet adamları çile çekti, mücadele etti, bedel ödedi.
İsimleri tek tek zikretmeyeyim; siz en çok kimi örnek aldıysanız onun öne çıkardığı değerleri ve hedefleri tekrar bir düşünün. Ama en çok da hiçbir unvanı olmayan, çoğu okuma yazma imkânı bile bulamamış, cebindeki son kuruşunu 'bir gün adalet temelli bir düzen kurulması ve çocuklarının daha iyi bir eğitim alması' hayaliyle veren Anadolu’nun çilekeş, onurlu insanlarını, babalarımızı ve dedelerimizi düşünün. Gelin beraber soralım: “Bizim ideallerimiz neydi, bugün bu çileler üzerine kurulan iktidarda yaşananlar ne?”
'Korku iklimine nasıl gelindiğini hiç sormayacak mıyız?'
İki asra yaklaşan bu birikimin en temel hedefi adaletti; bugün ise en çok örselenen kavram adalet. Toplumun en az güven duyduğu kurum yargı. Nesiller boyu aktarılan Hz. Ömer’in adaletinden elimizde ne kaldı? Kadı önünde ayakta hesap veren Fatih ideali bir masal mıydı? İnsanlarımızın üzerindeki her türlü baskı yok edilecek, düşünce, inanç ve basın özgürlüğü hayata geçirilecekti. Bugün kimsenin kimseden emin olmadığı, sivil toplum kuruluşlarımızın 'sivil' niteliğinin örselendiği korku iklimine nasıl gelindiğini hiç sormayacak mıyız?
Yolsuzluklara karşı mücadele edilecek, tüyü bitmemiş yetimin hakkı korunacaktı. Yolsuzluğun her türü her gün yaşanırken yüzü kızarmayanların 'dava' diyerek hepimizin gençlik ideallerini temsil eden bu kavramı nasıl kirlettiklerini görmezden mi geleceğiz? Bireyciliğe karşı 'şahsiyet' inşa edilecekti değil mi; ortamına göre farklı dil kullanılan riyakâr iklimde bir şahsiyet izi bulabiliyor muyuz?
'Faizin nassa olan inancı nasıl sarstığını görmüyor muyuz?'
Önce ahlak diyerek çıkılan yolda 'siyasi ahlak' kavramının iktidardakileri bu kadar tedirgin etmesi ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın 'ilçe başkanı bulamazsınız' demesi içimize siniyor mu? Hani insanları 'güzel söz ile çağıracaktık', insanlara güzel örnek olması gereken yüksek makamlardan kadınlara, hekimlere, öğrencilere, farklı düşünenlere yönelen nezaket dışı hitaplar kulağımıza ya da ruhumuza güzel geliyor mu?
İçinden çıktıkları halk yoksulluktan kıvranırken iktidardakilerin duyarsızca lüks ve şatafat içinde yaşaması, kamu ihalelerinin ve kaynaklarının dar bir zümre arasında paylaşılması, 'servet bir grup elinde dolaşan bir emtia olmasın' ilkesine ne kadar uygun? Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan, 'bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul dağıtan' sistem eleştirisi artık şiirlerde mi kaldı?
Nass diyerek uygulanan politikalarla dünyanın en yüksek faizinin yaşanmasının, Hazine’nin faiz borcunun anapara borcunu aşmasının nassa olan inancı nasıl sarsmakta olduğunu görmüyor muyuz Dini değerlerimizin iktidarda kalabilmek için araçsallaştırılmasının genç nesillerin dine inançlarını nasıl sarsmakta olduğu gerçeği yüreklerimizi titretmiyor mu?
'Swap uğruna Uygur zulmüne sessiz kalınması başımızı öne eğdirdi'
'Giderlerse gitsinler' diyen otoriter bir sesin gençlerin ülkeye aidiyetini nasıl yıprattığını, kendi çocuklarımıza veya torunlarımıza bir soralım bakalım ne cevap alacağız! Onurlu bir ülke ideali ile çıkılan yolda bir başka devlet başkanından 'aptal olma' diye alınan mektup, İsrail ile ilişkiler normalleştirilirken Mavi Marmara şehitlerinin unutulması, mazlumların sesi olma iddiasıyla çıkılan yolda birkaç milyar dolarlık swap alabilmek için Uygur Türklerinin soykırıma tabi tutulmasına sessiz kalınması hepimizin başını önüne eğdirmedi mi?
İdealler ile yaşananlar arasındaki uçurum örnekleri çoğaltılabilir. Hepimiz kendi listemizi yapalım. Bizler için 'dava' adına hangi ilke önemliyse yazalım ve bu ilke bugün hayata geçmişse yanına dürüstçe bir tik atalım. Bunu yaptığımızda, hepimiz çok iyi biliyoruz ki karşımıza derin bir boşluk çıkacak! Eğer hala ideallerle yaşanan gerçeklik arasında derin bir uçurum varsa vicdanımıza sormaktan korkmayalım: Kim bu değerleri savunmaya çalıştı, kim bu değerleri yıprattı?
'Bize kaybettiren zihniyet bu işte'
Sakın ha, artık 'kol kırılır yen içinde kalır' demeyelim! Bize kaybettiren zihniyet bu işte! Şeffaflığı yok eden ve bizleri 'olduğu gibi görünmeyen, göründüğü gibi olmayan' bir topluluk haline getiren zihniyet bu! Özetle, gün her şeyi açık yüreklilikle konuşma ve yüzleşme günü. Güç kaygısıyla örttüğümüz her zaaf 'camia'daki parçalanmış ruh halini artırmaktan başka bir şeye yaramıyor.
Sakın ha artık 'kazanımlarımızı kaybederiz' de demeyelim! Kazanımlarımızı güç sahibi olmak değil şahsiyet ve duruş sahibi olmak korur. Biz baskı gördüğümüz ama ahlaki üstünlüğe sahip olduğumuz dönemlerdeki samimiyetimizle 28 Şubat döneminin prangalarını kırdık, güç sahibi olup ahlaki üstünlüğümüzü kaybettiğimiz iktidar günlerinde ise şahsiyetimizi ve gençlerimizi kaybediyoruz.
Son sözüm şu olsun: Körü körüne itaat ile susarak işlerin düzeleceğini sanıyorsak, büyük bir yanılgı içindeyiz demektir! 'Sorumlu ben değilim ki' diye düşünerek kendimizi kenara çekiyorsak da kendimizi aldatıyoruz demektir!
'Bu ağır sorumluluğun vebalini taşıyacağız'
İşte, bu süreçte her türlü bedeli ödeyerek elimden geleni yaptığıma inanmakla birlikte, şunu da özellikle vurgulamak istiyorum ki hep birlikte ya kendimize gelip değerlerimizin gereğini yapacağız ya da bu ağır sorumluluğun vebalini Rabbimiz, milletimiz ve gelecek nesillerimiz huzurunda taşıyacağız.
Bu buhrandan çıkış için bizim kendimize çizdiğimiz yol haritasını sorarsanız; öncelikle bize şuursuzca saldıranlar da dahil olmak üzere bu vebali taşıyan bir neslin onurunu kurtarmaya, bu idealleri savunan herkesin güç yozlaşmasına kapılmadığını göstermeye çalışacağız.
Daha sonra, hangi düşüncede olursa olsun toplumumuzun her kesimi ile açık yürekli bir empati kurarak toplumsal barışı tesis edecek, herkesin kendi mahallesinden ve dar kalıplarından çıkarak birbiriyle selamlaştığı, halleştiği ve ortak geleceğimizi birlikte inşa etme iradesi sergilediği bir sosyal ve siyasi iklim oluşturacağız. Ötekileştirmeye dayalı kutuplaştırmayı tırmandırmak yerine toplumsal aidiyet bilincini pekiştireceğiz.
'Kara bulutları dağıtmak için devrim gerçekleştireceğiz'
Nihayet ülkemizin üzerindeki kara bulutları dağıtmak üzere özgürlük, adalet, liyakat, emanet ve samimiyet ilkeleri temelinde kapsamlı bir zihniyet devrimini, şeffaflık ve hesap verilebilirlik temelinde siyasi ahlak devrimini, toplumsal refah ve gelir adaleti temelinde yapısal ekonomik dönüşüm devrimini gerçekleştireceğiz”
Davutoğlu mektubunu şu sözlerle tamamladı: Değerli Kardeşim, bu mektup kalemden göze, dilden kulağa değil yürekten yüreğe yazılmıştır. Öyle okumanızı rica ederim. Allah yüreklerimizdeki derin vicdandan bizi koparmasın. Allah’a emanet olunuz!”