İnsan yanılır. Hata yapar. Kötü ile de çirkin ile de defalarca yüzleşir. Yanlışa düşmeyen, tam bir atalet içindedir, tembeldir. Şuur haliniz, tercihlerinizle ortaya çıkar. Ancak irade ve arzunuz, sizi doğru olmayan neticelere götürebilir. Vardığınız menzil, sizi ya da başkalarını tatmin etmeyebilir. Kirişi tutan parmak açıldığında, ok artık sende değildir. Senin istediğine gitmesi de, muhaldir...
Bırakmadan önceki yapıp etmeler, avın ve avcının kaderini tayin eder.
Bildiklerini yüzleştir hayatla, der şair… ve sınamaktan korkma. Sevgi nedir, sorusunu dahi, emek diye yanıtlar dev romancı… Zekasını kastederek dehasına iltifat edenlere, mucitlerin atası: Ancak yüzde onudur, der. Gerisi alın teri… Öyle ya! Bilinmez, uykusuz gecelerin ardından laboratuvarda yaşadığı hayal kırıklıkları… Akademisyen bir dosta sormuştum ünlü tarihçilerimizi, neye borçlular bu başarıyı diye. Bilmem hangi devlet arşivinde belge tozu yuttuğu için, çocuğunun doğumunda yanında olmamasına, cevabını vermişti…
Ya sanatkârlar? Yetenek, ilham, sezgi evet de… Bir yontu ustasının kaç kayayı parçaladığını, bir ressamın kaç tual kırdığını, bir bestekârın ne kadar çok notayı yırtıp attığını kaçımız biliyor? Zweıg’in Dostoyevski tasviri gelir gözlerimizin önüne… Bir isli mum ışığında, sabaha kadar kurşun kaleminden çıkan sesleri duyar gibi oluruz. Eğer dostu Max Brod Kafka’nın vasiyetini yerine getirseydi, ihtimal beğenmediği için yok edilmesini istediği o muhteşem edebi metinleri, okumaktan mahrum kalacaktık. Önce baskıcı bir babanın dükkânında, sonra da bir sigorta şirketinde tam mesai ile çalışırken yazdı eserlerinin önemli bölümünü. Ne zaman gezdi, ne zaman eğlendi, ne zaman dinlendi ve ne zaman uyudu? Hiç düşündük mü?
Büyük tacirlerin, sanayicilerin hikâyelerini dinleyin hele… Kaç kere iğnenin deliğinden geçirmiş felek onları… Nasıl batmışlar, beş parasız kalmışlar ve nasıl tekrar dikilmişler ayaklarının üstüne. Alın size Steve Jops! Kendi kurduğu, ufku ile büyüttüğü şirketten kovulmuş, iyi mi? Mesela Jeff Bezos? Hangimiz o kadar itibar gördüğü ve kazanç elde ettiği bir şirketten ayrılıp, hayalini kurduğu işi yapmak için rahatını bozar?
Tarihe ismini kazımış devlet adamları, ünlü siyasetçileri iyi tanımak lazım… Hayatları yıkımla, yoklukla, mağlubiyetle doludur. Pes etmezler asla… ta ki kadere yenilinceye kadar. Parlak zaferlerin arkasında, çelikten bir irade ile birlikte sonsuz bir gayret görünür… Ona ilzam edilir, dört saat erkekler, beş saat kadınlar, altı saat aptallar uyur sözü… Sahi geceleri ölü gibi yatan biri, İmparator Napolyon olur muydu?
Hakikat sevdası da böyledir işte… Gözler kan çanağına dönmeden, kaç adım atabilirsiniz bu yolda? Bilenle bilmeyeni ayıran, esasında emektir değil mi?
İtiraz gelmesin lütfen! Düğme ile iliğin zinası ile akademik titr almış dalkavuklar, biat ve itaatten başka hüneri olmayan soytarılar, kendini sanatçı diye yutturan kifayetsizler, toplumu ve devleti soyan hırsızlar misal değildir. Olsa olsa berrak bir su altındaki tortudur. Ne Tanrı, ne Toplum ne de Tarih karşısında hiçbir hükümleri yoktur…