Mesele bilmemek değil. Dar anlamı ile cehalet, bilmemek olsa bile… Zira insan bu dünyada birçok şeyin cahilidir. İstediğiniz kadar iyi bir biyolog olun, aracınız bozulduğunda eliniz böğrünüzde kalırsınız. Fırtınalı bir denizde, şöhretli bir modacı olmanız sorunu çözmez. Bir miçonun şansı sizden daha fazladır. İnsan yeter ki yaptığı işin cahili olmasın. Yargı yolunu seçemeyen avukat, yapı türünü ayıramayan inşaat mühendisi, damar yolu açamayan doktor sorunludur. Diploma veya statüsüne bakmadan cahil olduğuna hükmedilir. Ancak kim olursanız olun, bildiğiniz bilmediğinizin yanında, devede kulak misalidir…
D.Denicola “Cehaleti Anlamak” olarak Türkçeye çevrilen eserinde, konuyu enine boyuna masaya yatırmıştı. Kitaptan en fazla “Ada” benzetmesi aklımda kaldı. İnsanı, bilgi okyanusunda küçük bir ada olarak tasvir etmişti. Bildiğimiz, demişti, bu devasa su kütlesinin dalgalarının, bizim minicik sahilimize bıraktığı kadardır.
Kendi sahillerinizi dolaşın bakalım… Ne bulabileceksiniz?
Bilim, felsefe ve düşünce ile uğraşanlar bilirler… Arif, sanatkâr ve mistikler sezerler. İnsanın sınırları vardır, bildiklerinin de… Fizikçileri okumadan, yaşadığımız yerküre, evren ve parçacıklar dünyasına ait her bilgiye sahip olduğumuzu düşünebilirsiniz. Hareketin yasalarını ortaya koyan Newton’un son sözü söylediği düşünülüyordu. Hâlbuki Einstein denilen bir dahi, Makro Kozmosta bu yasaların çalışmadığını gösterdi. Nihayet eksik kalmadı derken, Max Planck ve diğerleri, Mikro Kozmosta işlerin böyle yürümediğini ve kuantum mekaniğini ileri sürdüler. Yani henüz etrafımızda dahi neler olup bitiyor anlayabilmiş değiliz. Bulduğumuz bilimsel kanunlara, güçlü teorilere bile “sınırlı” demek zorundayız.
Cehaletimiz, yani bilmediklerimiz sonsuz olduğuna göre, kimi cahillikle suçlayacağız? Herhalde adres olarak Sokrates’i göstereceğiz. “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” der büyük filozof… Mesele bilmediğini fark etmektir. Had bilmektir. Bol keseden atmamaktır. Her zaman yanılma payını hesaba katıp, ihtiyatı elden bırakmamaktır.
Etrafınıza bakın lütfen… Sonsuz bir merakla hayatını öğrenmeye adamış olanlar, kendilerinden hiç emin olamamışlardır. Öğrenmek onlar için tuzlu su içmeye benzer… İçtikçe hararetleri artar. Kitap raflarında eğik bir baş, laboratuvarda aç bir mide, yazı masası başında kan çanağına dönmüş bir gözdür bu insanlar… İnternet çağındayız. Bilgiye derhal ulaşmak mümkün. Bir tıklayın bakalım, Albert Einstein nasıl ölmüş? Vefatından hemen önce sekreterinden çalışma notlarını, kalemini, gözlüğünü ister. Onu ölümsüz yapan, yarını görmeyeceğini bilse dahi hayatı boyunca yürüttüğü büyük savaşı sürdürmektir…
Bizim işimiz ise hayli kolay… Bilmediğimiz şey yok nasılsa! Tarih, siyaset, ekonomi… her mevzudan anlarız. Otoritelere uzmanlık alanlarında dersler veririz. Uydurduklarımıza başkalarının da inanmasını bekleriz. Saçmalıklarımıza gülenleri, hainlikle suçlarız. Fiziksel ve psikolojik şiddet uygularız. Hakikati bulmuşuz… Başka söze ne hacet?
Bir caps vardı, çok beğenmiştim: “Cehalet ne güzel şey lan… Her şeyi biliyorsun!” Söz uzayınca, fikir de kaybolur. Noktalayalım: Asıl cehalet, bilmediğini bilmemektir.